Abstract
16. yüzyılda başlayan reform oluşumları, bir asır sonra Aydınlanma sürecini getirirken, rasyonelleşmeyi ve sekülerleşmeyi birbirine bağladı. Reformasyon sürecinde öne çıkmaya başlayan katı bilimsel görüşler, 16. yüzyılda Galileo Galilei ile ve bir asır sonra da Newton ile rüştünü ispatlayınca, benzer dalga sosyal alanda da vuku buldu. O zamana kadar egemen olan gelenek, yani kilise, despotik otorite ve kültürel yapı, bilimsel, felsefi görüşlerle sorgulanmaya girişildi. Çok boyutlu bir dönüşümü işaret eden Aydınlanma süreci, oldukça karmaşık ve açıklama açısından, bir o kadar da tartışmalı bir dönemdir. Makalede, Batı medeniyetinde ortaya çıkan Aydınlanma, rasyonelleşme ve sekülerleşme süreçlerinin, ülkemizde yapılagelen kavramsallaştırmalarında, gecikmiş modernitenin özgünlüğünün dikkate alınmamasından kaynaklanan yöntem yanlışlarının olduğu savunuldu. Bu amaçla, modern çağın bilişsel kabiliyetlerini inşa eden bu sürecin, bilişsel sosyolojik açıdan ele alınması gerektiği ileri sürüldü. Düşünsel ve sosyo-kültürel yapıyı kısıtlayan katı dini yapının kırılarak, deneysel düşüncenin pratik olarak hayata geçirilme süreci olan seküler modernite, algısal deneyim çalışması biçiminde inşa edildi. Aydınlanma sürecinin kasıtlı rasyonellikle ortaya çıkardığı seküler modernitenin, dil ve dini, dönüşlü etkileşime tabi kılarak, aklın evrensel algısını ve gerçekliğin yerel standartlarını nasıl artırdığı incelendi. Bu bağlamda, seküler dil ile dinin yapının etkileşimli süreci ortaya çıkarılarak, sekülerleşmenin algısal deneyime dayalı olduğu savı bilişsel olarak yapılandırıldı.